Mahkeme'nin Yazı İşleri Müdürlüğü tarafından yayımlanmıştır.
AİHM 172 (2022)
31,05.2022
Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye Şubesi Başkanı'nın yasa dışı ve keyfi bir şekilde tutuklanması:
Dava, ilgili zamanda Uluslararası Af Örgütü'nün Türkiye şubesinin Başkanı olan Sayın Kılıç'ın ilk kez tutuklanması ve bu tutukluluğun devam etmesi ilgilidir.
Sayın Kılıç, Haziran 2017 'de FETÖ/PDY[1] terör örgütüne mensup olduğu şüphesiyle tutuklandı. Yetkililer onu özellikle ByLock mesajlaşma uygulamasının kullanmakla ve diğer suçlarla itham etmiştir.
Taner Kılıç (no. 2) v. Türkiye (başvuru no. 208/18) davasının bugünkü Daire kararında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi oybirliğiyle aşağıdaki hususlara karar[2] vermiştir:
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 5 § 1 maddesinin ihlali (ilk kez tutuklanma ve bu tutukluluğun devam etmesini haklı çıkaran makul şüphe eksikliği).
Mahkeme, Hükümetin, başvuranın başlangıçta tutuklandığı tarihte veya tutukluluğunun sonraki aşamalarında, yerel hakimler tarafından belirtilen kanıtların, başvuranın tutuklandığı suçları işlediğine dair nesnel bir gözlemciyi tatmin etmek gibi, Sözleşmenin 5. maddesinin gerektirdiği "makul şüphe" standardını karşıladığını gösteremediğine karar vermiştir.
Mahkeme ayrıca, Kılıç'ın tutukluluğunu hukuka aykırı ve keyfi hale getirmek için, yerel makamlar tarafından dayandırılan yasal hükümlerin yorumlanmasının ve uygulanmasının mantıksız olduğunu düşünmüştür. Sayın Kılıç'ın ya tutuklandığı tarihte ya da tutukluluğu uzatıldığında bir suç işlediğine dair makul bir şüphe olmadığı sonucuna varılmıştır.
Madde 5 § 3 'ün ihlali (tutuklama ile ilgili kararların gerekçelerinin sağlanmaması)
Mahkeme, tutuklunun bir suç işlediğine dair makul bir şüphenin devam etmesinin, tutukluluğunun devam etmesinin geçerliliği için gerekli olmadığını yinelemiştir. Mevcut davada, bu tür nedenlerin yokluğunda, Madde 5 § 3 'ün ihlal edildiği kabul edilmiştir.
Madde 5 § 5 'in ihlali (hukuksuz tutukluluk için etkili bir çözüm yolunun olmaması)
Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanununun 141. Maddesinde öngörülen tazminat davasının, bir kişinin bir suç işlediğinden şüphelenmek için makul gerekçelerin bulunmadığını iddia eden şikayetler ve tutukluluğu haklı çıkaran ilgili ve yeterli nedenlerin bulunmaması bakımından Sözleşmenin 5 § 5. Maddesinin amaçları doğrultusunda telafi edici bir çözüm yolu olarak kabul edilemeyeceğini değerlendirmiştir.
10. maddenin ihlali (ifade özgürlüğü)
Mahkeme, Sayın Kılıç'ın, bir insan hakları savunucusu olarak faaliyetiyle doğrudan bağlantılı olan eylemler nedeniyle kendisine açılan ikinci ceza davası bağlamında tutukluluğunun, gerçek ve etkili bir kısıtlamaya ve dolayısıyla ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına "müdahale" anlamına geldiğini değerlendirmiştir. Mahkemenin görüşüne göre, Sayın Kılıç'ın Sözleşme'nin 10. maddesinde güvence altına alınan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasına müdahale, yasalarca öngörülmediği için haklı gösterilememiştir.
Temel Olgular
Başvuru sahibi Taner Kılıç, 1969 doğumlu Türk vatandaşıdır. Başvurusunu yaptığında Aralık 2017 'de İzmir'de (Türkiye) tutukluydu.
Sayın Kılıç, 5 Haziran 2017 tarihinde FETÖ/PDY terör örgütüne mensup olduğu şüphesiyle göz altına alınmıştır.. 9 Haziran 2017 'de İzmir 3. Sulh Ceza Hakimliği'ne çıkarıldı ve sorgu sonrası Sulh Ceza Hakimliği, başvurucunun tutuklanmasına karar verdi. Sayın Kılıç, tutukluluk kararına itiraz etti, ancak bu başvurusu reddedildi.
Yetkililer, diğer noktaların yanı sıra, başvurucuyu ByLock mesajlaşma hizmetini telefonuna indirdiği ve kullandığı iddiasıyla; Zaman gazetesi (FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu iddia edilen) gibi belirli yayınlara abone olması; kız kardeşinin Zaman gazetesi editörüyle evli olması; çocuklarının 15 Temmuz 2016'daki darbe girişimi sonrasında kanun hükmünde kararnamelerle kapatılan ve FETÖ/PDY tarafından yönetildiği iddia edilen kurumlarda eğitim görmesi ve FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu iddia edilen Bank Asya’da banka hesapları olması nedenleriyle suçlamıştır.
Haziran 2017 ve Ağustos 2018 arasında, Sayın Kılıç'ın tutukluluğu, başlangıçta sulh ceza mahkemeleri, ardından İzmir ve İstanbul Mahkemeleri tarafından birkaç kez uzatılmış, öncesinde ise sırasıyla 9 Ağustos 2017 ve 4 Ekim 2017 tarihlerinde başvuru sahibi aleyhine iki ayrı ceza davası açılmıştır. İkinci ceza davası bağlamında, yetkililer Sayın Kılıç'ı, diğer suçlamaların yanı sıra, yalnızca ByLock mesajlaşma hizmetini kullandığı iddiasıyla değil, aynı zamanda insan haklarının savunulmasıyla ilgili eylemler nedeniyle de birçok terör örgütüne üyelikle suçladılar. İki ceza davası daha sonra birleştirildi.
15 Ağustos 2018 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Sayın Kılıç'ın tahliyesine karar vermiştir. Ardından, Temmuz 2020 'de onu terör örgütüne üye olma suçundan mahkum etti ve altı yıl üç ay hapis cezasına çarptırdı. Bu arada Sayın Kılıç, İzmir Ağır Ceza Mahkemesi nezdinde Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunmuş ve tazminat davası açmıştır; bunlar sırasıyla 2018 ve 2019 'da reddedilmiştir. Tazminat davası bir üst yerel mahkemede görülmeye devam ediyor.
Şikayetler, Mahkeme Önündeki Usul ve Mahkeme’nin Oluşumu
Sayın Kılıç, 5. maddeye (özgürlük ve güvenlik hakkı) dayanarak, tutukluluğundan ve tutukluluğunun 14 buçuk ay boyunca devam etmesinden şikayetçi oldu; diğer argümanların yanı sıra, bir suç işlediğinden şüphelenmek için makul bir neden olmadığını iddia etmektedir. Özellikle 10. Maddeye (ifade özgürlüğü) dayanarak, tutukluluğunun, bu Sözleşme hükmü ile güvence altına alınan haklarını ihlal ettiğini düşünmektedir. 18. Maddeye (haklardaki kısıtlamaların kullanımına ilişkin sınırlama) dayanarak, tutukluluğunun Sözleşmenin 5, 10 ve 11. Maddelerinde öngörülenden başka bir amaç için dayatıldığını savunmuştur. Başvuru 6 Aralık 2017 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne yapılmıştır. Bölüm Başkanı, yazılı prosedüre müdahale etmesi için iki sivil toplum kuruluşuna (STK) izin verdi.
Karar, aşağıdaki şekilde yedi yargıçtan oluşan bir Daire tarafından verilmiştir:
Jon Fridrik Kjølbro (Danimarka), Başkan,
Carlo Ranzoni (Lihtenştayn), Egidijus Kăris (Litvanya),
Pauliine Koskelo (Finlandiya),
Jovan Ilievski (Kuzey Makedonya), Saadet Yüksel (Türkiye),
Diana Sârcu (Moldova Cumhuriyeti) ve ayrıca Hasan Bakırcı, Yazı İşleri Müdürü.
Mahkeme Kararı
Madde 5 § 1: Sayın Kılıç'ın bir suç işlediğine dair makul şüphe eksikliği
Sayın Kılıç'ın tutukluluğu: Mahkeme, Akgün v. Türkiye[3] davasının aksine, ByLock mesajlaşma hizmetinin kullanıldığı iddiasının Sayın Kılıç aleyhindeki şüphelerin tek temeli olmadığını belirtmiştir. Sayın Kılıç'a yöneltilen suçlamalarla ilgili olarak, Mahkeme, ByLock kullandığı iddiasının yanı sıra, bunların, başvuranın kendisine atfedilen suçu işlediğine dair makul bir şüpheye yol açmaktan aciz sadece ikinci dereceden kanıtlar içerdiğini değerlendirmiştir.
Mahkemenin görüşüne göre, söz konusu eylemler, şüphelinin davranışındaki bir sorumluluk unsurunu ifşa eden bir entelektüel bağlantı gibi söz konusu şüpheleri haklı çıkarabilecek başka kanıtların yokluğunda, bir yasallık karinesine sahiptir. Bu nedenle, gözaltına alınan bir kişiye karşı yapılan eylemler veya gerçekler meydana geldikleri sırada bir suç teşkil etmiyorsa, açıkça "makul bir şüphe" olamaz.
Mahkeme, ByLock mesajlaşma hizmetinin iddia edilen kullanımı ile ilgili olarak, Akgün3 davasında, prensip olarak, şifreli bir iletişim aracını indirme veya kullanma veya gerçekten de mesaj alışverişinin özel niteliğini korumak için başka bir yöntemin kullanılmasının, kendi başına yasadışı veya suç oluşturan faaliyetin gerçekleştiğine dair nesnel bir gözlemciyi tatmin edebilecek kanıt anlamına gelmediğini tespit ettiği sonuçlarına atıfta bulunmuştur.
Mevcut davada, Sayın Kılıç'ın tutukluluğunu emreden ve uzatan kararların, söz konusu mesajlaşma hizmetinin kullanımına ilişkin iletilen mesajların içeriği veya bağlamı gibi herhangi bir kanıt içermediği görülmektedir. Ayrıca, dava dosyasında, başvuru sahibinin FETÖ/PDY örgütü üyeliği suçunu işlediğine dair şüphelerin altında yatan belirleyici unsurun, emniyet müdürlüğü tarafından hazırlanan ve ilk bağlantı tarihini belirten “analiz sonucu” başlıklı kısa bir belge olduğu belirtilmiştir. Bununla birlikte, bu, yetkililerin bu sonuca hangi temele dayandığına ve özellikle de hangi verilerin kullanıldığına dair net bir gösterge olmaksızın belirsiz bir bulguydu. Bu belge, dayandığı temel verileri veya bu verilerin nasıl toplandığına dair bilgileri içermemektedir. Buna ek olarak, Sayın Kılıç'ın söz konusu mesajlaşma sistemini hiçbir zaman indirmediği veya kullanmadığı yönünde çok sayıda bilirkişi raporu olmasına rağmen, ulusal mahkemeler bu gelişmeyi tamamen göz ardı etmiştir.
Sayın Kılıç'ın tutuklanmasını haklı çıkaracak şüphelere yol açabilecek hiçbir gerçek kanıt veya bilginin, ilk duruşmalar sırasında veya ikinci iddianamenin 4 Ekim 2017 tarihinde sunulmasından önceki dönemde bahsedilmediği veya sunulmadığı sonucuna varılmıştır.
Tutukluluğun devamı ve 4 Ekim 2017 tarihli iddianameyi takip eden aşama: Başvuru sahibi hakkında 4 Ekim 2017 tarihinde ikinci bir ceza davası açılmış ve sadece İzmir savcılığı tarafından açılan soruşturma kapsamında getirilen suçlamalara değil, yeni gerçeklere dayanarak tutukluluğun devamına karar verilmiştir.
Yeni gerçeklerle ilgili olarak; Mahkeme bunların, çeşitli sivil toplum örgütlerinin üyeleri tarafından 5 Temmuz 2017 'de yürütülen bir “çalıştayın” teşvikçilerinden biri olduğu; iki aktivistin açlık greviyle ilgili protesto faaliyetleri hakkında WhatsApp üzerinden mesaj alışverişinde bulunduğunu; PKK üyesi olduğu iddia edilen ve Uluslararası Af Örgütü'ne katılmak istediğini ifade eden bir doktorla mesaj alışverişi yaptığı; polis şiddeti mağduru olduğu iddia edilen bir kişi hakkında bir farkındalık yaratma kampanyası kapsamında video çekimine katıldığını; ve 15 Temmuz 2016' daki darbe girişiminden sonra gerçekleştirildiği iddia edilen Gezi Parkı olayları ve insan hakları ihlalleri ile ilgili bilinçlendirme faaliyetleri yürüttüğü gibi ilk bakışta, bir insan hakları savunucusunun sıradan barışçıl ve yasal eylemleri olduğunu belirtmektedir.
Bu eylemlerin yanlışlığını ortaya koyacak başka kanıtların yokluğunda, Mahkeme için bu tür eylemlerin kendi başlarına söz konusu şüpheleri nasıl haklı çıkarabileceği açık değildir. Buna göre, yargılamanın bu aşamasında, başvuru sahibinin tutukluluğunu haklı çıkaran bir şüpheye yol açan hiçbir gerçek veya bilgi belirtilmemiş veya üretilmemiştir.
Sonuç olarak, Mahkeme, Hükümetin, başvuranın tutuklandığı tarihte, yerel hakimler tarafından belirtilen kanıtların, başvuranın tutuklandığı suçları işlemiş olabileceğine dair nesnel bir gözlemciyi tatmin etmek gibi, Sözleşmenin 5. maddesinin gerektirdiği “makul şüphe” standardını karşıladığını gösteremediğini düşünmektedir. Ayrıca, olağanüstü hal sırasında Sözleşmeden muafiyet sağlamak için alınan hiçbir önlemin uygulanmadığını da belirtmiştir.
Ayrıca, mevcut davada, yerel makamlar tarafından dayandırılan yasal hükümlerin yorumlanması ve uygulanmasının, başvuru sahibinin tutukluluğunu yasa dışı ve keyfi hale getirmek için mantıksız olduğu düşünülmüştür. Bu nedenle, hem başvuru sahibinin tutuklandığı tarihte hem de bu tutukluluk uzatıldıktan sonra, başvuru sahibinin bir suç işlediğine dair makul bir şüphe olmaması nedeniyle Sözleşmenin 5 § 1 maddesi ihlal edilmiştir.
Madde 5 § 3: Tutukluluğa ilişkin kararlar için yeterli nedenin sağlanamaması
Mahkeme, Sayın Kılıç'ın tutukluluğunu haklı çıkaracak bir şüpheye neden olabilecek hiçbir gerçek veya bilginin, başvuranın tutukluluğu sırasında herhangi bir zamanda yerel mahkemeler tarafından ileri sürülmediğine ve bu nedenle bir suç işlediğine dair makul bir şüphe olmadığına dair bulgusuna atıfta bulunmuştur. Kararda, tutuklunun bir suç işlediğine dair makul bir şüphenin devam etmesinin, tutukluluğunun devamının geçerliliği için gerekli olmadığı yinelenmektedir. Bu tür makul şüphelerin yokluğunda, Mahkeme, Sözleşmenin 5 § 3 maddesinin de ihlal edildiğini değerlendirmiştir.
Madde 5 § 5: 5. Maddenin gerekliliklerine uygun bir telafi yolunun bulunmaması
Başvuranın yalnızca tutukluluk süresinin uzunluğundan şikayet etmekle kalmayıp, aynı zamanda bir suç işlediğine dair makul şüphenin bulunmadığını veya Sözleşmenin 5. maddesi bağlamında tutukluluğunu haklı çıkarmak için ilgili ve yeterli gerekçelerin bulunmadığını iddia ettiği dikkate alınarak Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141 § 1 maddesine dayanan bir tazminat talebinin etkili bir hukuk yolu olarak değerlendirilemeyeceğini vurgulamaktadır.
Buna ek olarak, Hükümet, yukarıdaki Madde 141 § 1 'e dayanarak, başvuru sahibine benzer bir durumda olan herhangi bir kişiye tazminat veren herhangi bir yargı kararı sunmamıştır. Bu nedenle Mahkeme, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. Maddesinde öngörülen tazminat davasının, bir bireyin bir suç işlediğine dair makul şüphelerin bulunmadığını ve tutukluluğunu haklı çıkaran ilgili ve yeterli nedenlerin bulunmadığını iddia eden şikayetlerle ilgili olarak Sözleşmenin 5 § 5. Maddesinin amaçları doğrultusunda telafi edici bir çözüm yolu olarak kabul edilemeyeceğini düşünmektedir.
Mahkeme ayrıca, başvuranın Anayasa Mahkemesine bireysel başvurusunun reddedildiğini ve bu nedenle ulusal mahkemeler tarafından kendisine herhangi bir tazminat verilmediğini belirtmiştir. Bu nedenle Mahkeme, mevcut karardan önce, başvuru sahibinin Sözleşmenin 5 §§ 1 ve 3. Maddelerinin ihlalleri için tazminat almasını sağlayacak herhangi bir çözüm yolu bulunmadığını belirtmektedir. Sözleşmenin 5 § 5 maddesinin ihlal edildiği sonucuna varılmıştır.
Madde 10: ifade özgürlüğü
İnsan hakları alanındaki faaliyetlerin önemi göz önüne alındığında, Mahkeme, gazetecilerin ve medya çalışanlarının gözaltına alınmasına ilişkin ilkelerin, insan hakları savunucularının veya bu örgütlerin liderlerinin veya aktivistlerinin tutuklanmalarına da uygulanabileceğini, burada insan haklarının korunmasına yönelik faaliyetlerle doğrudan bağlantılı suçlar nedeniyle haklarında açılan cezai kovuşturmalar bağlamında tutukluluk cezasının uygulanabileceğini düşünmüştür.
Bu bağlamda, Mahkeme, ikinci ceza davası kapsamında, insan hakları savunucusu olarak faaliyetleriyle ilgili olanlar da dahil olmak üzere, başvuru sahibine yöneltilen suçlamalara ilişkin tüm kanıtlara dayanarak, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin, 22 Kasım 2017 tarihinde, başvuru sahibinin tutukluluğunun devamına karar verdiğini belirtmiştir.
Mahkeme, başvuranın insan hakları savunucusu olarak faaliyetiyle doğrudan bağlantılı olan eylemler nedeniyle tutuklanmasının, gerçek ve etkili bir kısıtlamaya ve dolayısıyla ifade özgürlüğü hakkının kullanılmasına "müdahale" anlamına geldiğini değerlendirmiştir. Başvuru sahibinin gözaltına alınmasının bu nedenle Sözleşmenin 10. Maddesi kapsamındaki haklarına bir müdahale teşkil ettiği düşünülmüştür. Başvuranın tutukluluğunun, Sözleşmenin 5. Maddesi kapsamında bir suç işlediğine dair makul bir şüphe ile gerekçelendirilmediğine ve bu nedenle Madde 5 § 1 'de belirtildiği gibi özgürlük ve güvenlik hakkının ihlal edildiğine dikkat çekilmiştir.
Ayrıca Mahkeme, Türk Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 100. maddesi uyarınca, bir kişinin, ancak bir suç işlediğine dair güçlü bir şüphe uyandıran gerçeklerin mevcut olduğu durumlarda tutuklanabileceği belirtmektedir. Bu bağlamda, yerel makamların gözaltının hukuka uygunluğunu gözden geçirmeye davet edildiği durumlarda Mahkeme, makul şüphenin yokluğunun güçlü şüphelerin bulunmadığının ima etmesi gerektiğini, a fortiori [4], düşünmektedir.
Ayrıca, Sözleşmenin 5 § 1. Maddesinin, bir kişinin özgürlüğünden yoksun bırakılabileceğine izin veren gerekçelerin kapsamlı bir listesini içerdiğini ve bu gerekçelerden birine girmediği sürece hiçbir özgürlükten yoksun bırakılmanın yasal olmayacağını yinelemiştir.
Ayrıca, Sözleşmenin 5. ve 10. maddelerinde belirtilen yasallık gerekliliği, bireyi keyfilikten korumayı amaçlamaktadır. Sonuç olarak, Sözleşme ile korunan özgürlüklerden birine müdahale anlamına geldiği için yasal olmayan bir tutukluk tedbiri, prensipte ulusal yasa tarafından öngörülen özgürlüğe [hukuki] bir kısıtlama olarak kabul edilemez.
Sonuç olarak, başvuru sahibinin Sözleşme'nin 10. maddesi ile güvence altına alınan hak ve özgürlüklerinin kullanılmasına müdahale edilmesi, yasalarca öngörülmediği için gerekçelendirilememiştir. Sözleşmenin 10. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiştir.
Madde 18: Haklarla ilgili kısıtlamaların kullanımına ilişkin sınırlama
Mahkeme, tarafların Sözleşme'nin 18. Maddesi kapsamındaki argümanlarının, Sözleşme'nin 5. ve 10. Maddelerine ilişkin argümanlarıyla esasen aynı olduğunu belirtmektedir. Özellikle Mahkeme, Sözleşmenin 10. Maddesi uyarınca başvuru sahibinin şikayetlerinin değerlendirilmesi bağlamında, başvuru sahibinin bir STK'nın lideri ve bir insan hakları savunucusu olarak pozisyonunu yeterince dikkate aldığını belirtmektedir. Buna göre, 18. madde kapsamındaki şikayetin davanın temel bir yönüyle ilgili olduğu sonucuna varmak için hiçbir neden görmemiştir. Bu nedenle, ikiye karşı beş oyla, bu şikayetin kabul edilebilirliğini veya esasını incelemeye gerek olmadığı sonucuna varılmıştır.
Madde 5 § 4: tutukluluğun yasallığı hakkında hızlı karar verme hakkı
Mahkeme, başvurucunun Cumhuriyet savcısının mütalaasının açıklanmaması ve itirazlarının sadece dava dosyasına dayanarak ve duruşmasız olarak incelenmesine ilişkin şikayetlerinin açıkça asılsız olduğunu değerlendirmiştir. Ayrıca, başvuranın belirsiz bir şekilde, iddia edilen bu kısıtlamaların tutukluluğunu emreden ve bu tutukluluğu uzatan kararlara etkili bir şekilde itiraz etmesini nasıl engellediğini açıklamadan, çok sayıda kısıtlamaya maruz kaldığını iddia ettiğini belirtmiştir. Aynı şekilde, Mahkemeye sunduğu gözlemlerinde, bu kısıtlamaların gerçekliği ve potansiyel etkisi hakkında ayrıntılı bilgi vermemiştir. Bu şikayetin yeterince kanıtlanmadığı ve reddedilmesi gerektiği anlaşılmıştır.
Adil Tazmin (Madde 41)
Mahkeme, oybirliğiyle, Türkiye'nin başvuru sahibine maddi tazminat olarak 8.500 avro (EUR), manevi tazminat olarak 16.000 avro ve maliyet ve masraflar açısından 10.000 avro ödemesine karar vermiştir. Mahkeme, başvuranın adil tazmin talebinin geri kalanını ikiye karşı beş oyla reddetti.
Muhalefet Şerhleri
Hakimler E. Kris ve P. Koskelo kısmen muhalif bir görüş bildirdiler. Hakim Yüksel S., kısmen aynı fikirde olduğunu ifade etti. Bu görüşler karar ekindedir.
Karar sadece Fransızca olarak mevcuttur.
[ AİHM’İN Taner Kılıç (no. 2) v. Turkey KARARI NE ANLAMA GELMEKTEDİR? başlıklı yazımızı okumak için buraya tıklayın. ]
Bu basın bülteni, Yazı İleri Müdürlüğü tarafından hazırlanmış bir belgedir.
Mahkeme’yi bağlamaz.
Mahkeme hakkında kararlar ve daha fazla bilgi www.echr.coe.int adresinde bulunabilir.
Mahkemenin basın bültenlerini almak için lütfen buradan abone olun: www.echr.coe.int/RSS/en veya bizi Twitter @ ECHR_CEDH adresinden takip edin.
http://www.echr.coe.int/
http://www.echr.coe.int/RSS/en
https://twitter.com/ECHR_CEDH
Basın iletişim bilgileri
echrpress@echr.coe.int | tel.:
+33 3 90 21 42 08
Echrpress@echr.coe.int
Gazetecilerin sorularını e - posta yoluyla göndermelerini öneririz.
İnci Ertekin (tel.:
+ 33 3 90 21 55 30)
Tracey Turner - Tretz (tel.:
+ 33 3 88 41 35 30)
Denis Lambert (tel.:
+ 33 3 90 21 41 09)
Neil Connolly (tel.:
+ 33 3 90 21 48 05)
Jane Swift (tel.:
+ 33 3 88 41 29 04)
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 1950 Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ihlal edildiği iddiasıyla ilgilenmek üzere 1959 yılında Avrupa Konseyi üye ülkeleri tarafından Strazburg'da kurulmuştur.
[1] FETÖ/PDY (Türk makamlarınca “Gülenist Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması” olarak tanımlanan örgüt. [2] Sözleşmenin 43. ve 44. maddeleri uyarınca, bu Dairenin kararı kesin değildir. Yayımlanmasını takip eden üç aylık süre zarfında, herhangi bir taraf davanın Mahkemenin Büyük Dairesine havale edilmesini talep edebilir. Böyle bir talepte bulunulursa, beş yargıçtan oluşan bir kurul davanın daha fazla incelemeyi hak edip etmediğini değerlendirir. Bu durumda, Büyük Daire davayı inceleyecek ve nihai bir karar verecektir. Sevk talebi reddedilirse, Daire kararı o gün kesinleşecektir. Bir karar kesinleştiğinde, uygulanmasının denetlenmesi için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine iletilir. Yürütme süreci hakkında daha fazla bilgiyi burada bulabilirsiniz: www.coe.int/t/dghl/monitoring/execution. http://www.coe.int/t/dghl/monitoring/execution [3] Akgün/Türkiye, no. 19699/18, §§ 159 -185), 20 Temmuz 2021
[4] Çoğun içinde azında bulunabileceği veya bütün için doğru olan şeyin parçalar için de doğru olacağı prensibine dayanır. yeğlik anlamına gelir. örnek olarak: adam öldürmenin suç sayılmadığı bir yerde adam yaralamak da suç değildir denebilir. (Bu bir hukuk çevirmeni notudur)
コメント