A.K. ve Diğerleri davasında 19 Kasım 2019 tarihli ön kararında, #Avrupa Birliği Adalet Divanı (#CJEU), #Polonya yargısının geniş çaplı bir reformunun bir parçası olarak kurulan yeni Ulusal Yargı Konseyi'nin (“#NCJ”) bağımsızlığıyla ilgili bir dizi sorun tespiti yapmıştır. Bu kararı göz önünde bulundurarak, #AİHM’e başvuran yargıç, bir Bölge Mahkemesine geçici görevlendirmesi sırasında bir hukuk davasında itirazı incelerken, NCJ'nin tavsiyesi üzerine Devlet Başkanı tarafından atanan ilk derece hakiminin bağımsızlık şartına uyup uymadığını sorgulamaya karar vermiştir. Bunun üzerine geçici görevine son verildi ve uzaklaştırma süresi boyunca maaşı %40 oranında kesildi.
AİHM,
‘Başvuranın davasını inceleyen Yüksek Mahkemenin Disiplin Dairesinin "kanunla kurulmuş bir mahkeme" olmadığı ve başvuru sahibinin görevden uzaklaştırılmasına karşı Madde 6 §1'in gerekliliklerini yerine getiren bir yargı organına itiraz edebileceği herhangi bir yasal yol olmadığı’ gerekçeleriyle Adil Yargılanma Hakkı’nın ihlal edildiğine;
‘Temel mesleki rolünü oluşturan adli görevlerini iki yıldan fazla bir süre boyunca yerine getirememesi’ nedeniyle ‘Özel Hayata Saygı Hakkı’nın ihlal edildiğine;
hükmederek 30.000 EUR manevi tazminat ödenmesine hükmetmiş, görevden uzaklaştırıldığı sürece meydana gelen maaş kesintisine bağlı maddi tazminat taleplerini ise reddetmiştir.
Karardan Notlar:
İç hukuka ve hukukun üstünlüğüne uygunluk – Disiplin Dairesi, “kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız bir mahkemenin” gerekliliklerini yerine getirmediğinden, görevden uzaklaştırma kararı, Sözleşme amaçları doğrultusunda “mahkeme” olarak kabul edilemeyecek bir organ tarafından verilmişti ve bu nedenle 8. Madde açısından yasal olarak kabul edilemezdi. Bu bulgu ışığında, ilgili maddi hukukun keyfi uygulanmasını önlemek için gerekli prosedürel önlemler alınmamıştır.
"Hukuk kalitesi" gerekliliklerine uygunluk – Disiplin Dairesi, temyiz kararında, başvuranın davranışını, ilk derece kararında temelsiz bir yargı kararının verilmesinin mevcut içtihat ışığında suç olarak nitelendirilemeyeceği yönündeki ilgili noktayı ele almadan karar vermiştir. Disiplin Dairesinin, daha önceki içtihatlardan herhangi birine atıfta bulunmadan karar vermesi çarpıcıdır ve öngörülebilirlik eksikliğinin göstergesidir (Karar özeti için tıklayınız: Türkçe çeviri , İngilizce orijinal metin).
Kararın Ülkemiz Açısından Değerlendirilmesi
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 8-10 Haziran 2022 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 1436. İnsan Hakları toplantısında;
Türk yetkililerin Avrupa Konseyi standartlarından ilham alarak yargının, özellikle yürütme organından tam bağımsızlığını sağlamak için Hâkimler ve Savcılar Kurulunun yapısal bağımsızlığını güçlendirecek etkili tedbirler alması gerektiğini,
Yetkili makamların, Cumhuriyet savcıları da dahil olmak üzere yargı makamlarının, sanığın terör örgütünün hiyerarşik yapısı içinde suç işleyip işlemediğinin incelenmesinde Ceza Kanunu'nun 314. maddesini yorumlarken isnat edilen eylemlerin “sürekliliğini, çeşitliliğini ve yoğunluğunu” dikkate alarak Yargıtay'ın benimsediği kriterleri, düzenli olarak uyguladıklarını gösteren örnek kararlar sunması gerektiğini belirtmiştir (çeviri için tıklayınız).
Polonya yargısında yapılan geniş çaplı bir reform sonucu kurulan Ulusal Yargı Konseyi'nin (“NCJ”) Avrupa Birliği Adalet Divanı tarafından bağımsız olmadığı vurgulandığı gibi, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de #HSK’nın bağımsız bir oluşum olmadığını özellikle belirtmiştir. Hem AİHM’in Polonya kararı hem de Bakanlar Komitesi’nin söz konusu kararı mesleklerinden ihraç edilen hakim ve savcıların ‘özellikle bağımsızlık ve tarafsızlık hususunda’ AİHM önünde ellerini çok daha güçlendirecektir. İkinci olarak ise ihraç edilen yargı mensuplarının ihraç gerekçelerinin disiplin suçu olarak nitelendirilememesi, öngörülebilir olmaması ve tüm bunlar değerlendirildiğinde bu ihraçların ‘hukuk kalitesini’ karşılamamasıdır. Dahası hem AİHM’in Hükümet’ten cevaplamasını istediği [Yalçınkaya v. Türkiye (Başvuru no. 15669/20) davasında #Mahkeme’nin #Hükümet’ten cevaplandırmasını istediği sorular için tıklayınız: Türkçe çeviri , İngilizce orijinal metin] hem de Bakanlar komitesinin uyulmasını tavsiye ettiği terör suçunun işlenmesinde Yargıtay kararları doğrultusunda “sürekliliğin, çeşitliliğin ve yoğunluğun” aranması gerektiği hususu da başka bir argüman olacaktır. Örgüt üyeliği suçu için somut delil olarak gösterilemeyen söz konusu kriterlerin irtibat ya da iltisak için hayli hayli şüphe oluşturamayacağı aşikardır.
Şu husus da çok önemli ki; Polonyalı yargıç iki yıl süreyle görevinden uzakta kaldığı ve bu sürede maaşının %40’ını alamadığı için maddi tazminat talebinde bulunmasına rağmen AİHM herhangi bir maddi tazminat vermemiştir. Çünkü başvurucu karardan önce görevine dönmüş ve maaşının geri kalanını almıştır. Eğer başvurucu karara karar dönmemiş ve dolayısıyla maaşının geri kalanını almamış dahi olsaydı Mahkeme yine herhangi bir tazminata hükmetmeyecekti. Çünkü Mahkeme ‘yalnızca ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılamaması durumunda maddi tazminata’ hükmetmektedir. Bu hususu ülkemize uyarlayarak şöyle açıklayabilirim: İhraç edilmiş bir hakim ya da savcı tüm yolları takip edip de haksız ihraç ile ilgili olarak AİHM’e başvurduğunda ve gelir kaybı nedeniyle maddi tazminat istediğinde AİHM, bir ihlal tespiti yapsa dahi herhangi bir maddi tazminata hükmetmeyecektir. Çünkü, yaşadığı ihlal nedeniyle uğradığı maddi zararın tazmin edilmesi için artık bir yol vardır. AİHM bir ihlal tespiti yaptığında İdari Yargılama Usulü Kanunu Madde 53 – 1 çerçevesinde yeniden yargılanıp söz konusu maddi zarar telafi edilebilir. AİHM’den tazminat bekleyen eski bir başsavcı olan arkadaşıma bu hususu söyleyince hayal kırıklığına uğradığını söylemişti. Ama hukuki olan da bu. Bununla birlikte usulüne uygun dile getirilmesi durumunda AİHM, manevi tazminat ile masrafa hükmedecektir.
Yine çok güzel tespitler üstad, ellerinize sağlık..