#AİHM, dün verdiği bir kararıyla (Güngör ve Diğerleri v. Türkiye davası) daha 15 Temmuz tarihli darbe girişimi sonrası #FETÖ/PDY'ye üye olma iddiasıyla tutuklanan 82 yargı mensubu hakkında tutuklandıkları anda makul şüphe bulunmaması nedeniyle 'Özgürlük ve Güvenlik Hakkı'nın ihlal edildiğine karar verdi ve her biri için de 5.000 Euro tazminat ödenmesine kesin olarak hükmetti.
Yine #AİHM 'İş Yoğunluğu, #Mahkeme önünde çok sayıda benzer dava bulunması ve de daha fazla incelemenin Mahkeme içtihadına katkı sağlayamayacağı' bahanesiyle haksız bir şekilde başvurucuların diğer şikayetlerini incelememeye karar verdi. Karar Komite tarafından verildiği için kesin bir karardır ve de #Hükümet ilgili başvuruculara belirlenen ödemeyi karar tarihinden itibaren 3 ay içinde yapacaktır.
Güngör ve Diğerleri v. Türkiye (59639/17 ve 81 diğer başvuru) davasında Mahkeme'nin vermiş olduğu kararın İngilizce orijinal metnine ulaşmak için buraya, Türkçe çevirisine ulaşmak için ise buraya tıklayabilirsiniz.
Dünkü yazımda da belirttiğim üzere (yazım için buraya tıklayabilirsiniz) Mahkeme'nin Özgürlük ve Güvenlik Hakkı ihlalleri ile ilgili vermiş olduğu diğer toplu davalardan farklı olarak bu davada iki ayrı husus bulunmaktadır.
1. Mahkeme İlk Defa ‘Tanık İfadelerine’ Değinmiştir
AİHM, FETÖ/PDY soruşturmalarında yaşanan haksız tutuklamalar ile ilgili Özgürlük ve Güvenlik Hakkı kapsamında Türkiye aleyhine vermiş olduğu toplu kararlarda şu ana kadar hiç tanık ifadelerine değinmemişti. Ancak bu davada #Hükümet, ‘başvurucular hakkında çeşitli tanık ifadeleri olduğunu’ belirtmiştir. #Mahkeme ise vermiş olduğu kararında ‘söz konusu zamanda, dava dosyalarında ilgili başvuruculara karşı makul bir şüpheye yol açmış olabilecek somut ve belirli gerçeklere atıfta bulunan hiçbir ifadenin bulunmadığını’ belirterek başvurucunun ‘Örgütün hiyerarşisinde yer aldığına, ya da dini sohbetlere katıldığı yönündeki tanık ifadelerine’ itibar etmemiştir. Her ne kadar Mahkeme’nin bu kararı Türk yargısı tarafından maalesef dikkate alınmayacak olsa da #AİHM önündeki davalar için mutlak suretle emsal teşkil edecektir. AİHM bundan sonraki kararlarında Güngör ve Diğerleri v. Türkiye davasındaki tespitlerine atıf yaparak aşağıdaki beyanları içeren tanık ifadelerinin terör örgütü üyeliği kapsamında tutuklanma için makul şüphe oluşturamayacağına, cezalandırma için ise delil teşkil edemeyeceğine karar verecektir.
Başvuru sahibinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütündeki hiyerarşik konumunu gösteren tanık beyanları,
Örgütsel toplantıların düzenlenmesi ve/veya katılımına ilişkin tanık beyanları
Örgüt evlerinde kalmayla ilgili tanık beyanları,
Başvuru sahibinin bir kod adı kullandığına dair tanık beyanları
Başvuru sahibinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile bağlantısını gösteren tanık beyanları,
Yukarıda sıralanan tanık ifadeleri tutuklama için makul bir şüphe doğurmamakla birlikte cezalandırma için bir delil olarak kullanılması mümkün değildir. Mahkeme’nin bu kararı çok önemli olup önündeki diğer davalar için de emsal teşkil edecektir. Kararda yer alan ilgili kısım aşağıdaki gibidir:
2. Dava Dosyasında Bulunan Delillere Net Olmayan ve Genel Bir Şekilde Yapılan Bir Atfın Tutuklama Gerekçesi Olamayacağı
Bildiğiniz üzere sulh ceza hakimliklerinin verdiği tutuklama ve tutukluluğunun devamı kararlarında yer alan gerekçeler kısa ve özdür, bu kararlar şüpheli ile ilgili kişisel bir açıklama içermeyen hatta bir kısmı şüpheli ile ilgisi olamayıp üçüncü kişilerin eylemlerini içeren basmakalıp karalardır. Örneğin hakimler yalnızca ByLock bulgusuna, Bank Asya hesabının varlığına atıf yapıp bu iddiaların terör örgütü üyeliğini nasıl doğurabileceğine hiç değinmemektedirler, ya da birtakım kişilerin firarda olmasını gerekçe gösterebiliyorlar ve de dosyadaki delilleri hiç kişiselleştirmeden ‘katalog suçlara’ atıf yapıyorlar.
Başvurucuların yargılanmak üzere tutuklanmalarına karar verirken sulh ceza hakimleri, kararlarını yalnızca CMK'nın 100. Maddesine ve “dosyadaki deliller” ile birlikte hükmedilecek muhtemel cezanın ağırlığına genel bir atıfta bulunarak gerekçelendirmeye çalışmışlardır. Sulh ceza hakimleri, şüpheliyi tutuklarken söz konusu delillerin neyi içerdiğini ve neden şüphelinin söz konusu suçu işlediğine dair makul bir şüphe oluşturduğunu fiilen belirtmeden, sadece TCK md. 314’ün hükmün lafzına atıfta bulunmuşlardır. Mahkeme bu bağlamda, daha önceden Baş v. Türkiye, no. 66448/17 kararında vardığı aşağıdaki tespitlerine yer vererek sulh ceza hakimlerinin yeterli, kişiselleştirilmemiş, hukuki bir gerekçelendirme yapmaksızın yalnızca kanun maddelerine atıf yaparak tutuklama kararı vermesini eleştirmiştir. İlgili metin aşağıdadır:
Comments